20 Temmuz 2011 Çarşamba

BY JOHN C. PARKİN

Birine aşkla bağlı olduğunuz durumlarda, daha az bağlı hissetmenin bir şeyleri nasıl iyiye götürdüğünü anlamak çok zor. Fakat hadi deneyelim. Birine çok aşık olduğunuz ilişkileri düşünün: Onlara sırılsıklam olun. Onlara bağlı oluğunuzda nasıl hissettiğini hatırlayın: ilgilerini ve bakışlarını sevdiğinizi.. aramalarını beklediğinizi.. her şeyden önemli olan onlarla geçirdiğiniz mutlu anlar. Kötü anları da hatırlayın: Sizi ne kadar sevdiğine dair endişelerinizi… kıskandığınızı.. birine bu kadar bağımlı olduğunuz için kendinize kızdığınızı.

Şimdi o ilişkide bir şeyler önemini yitirseydi nasıl olurdu diye düşünün. Hiçbir şeyi kişisel olarak algılamadığınızı düşünün. Sonsuza kadar sürer mi diye kaygılanmadığınızı düşünün. İlişkiye ve diğer insanın nefesine daha az bağımlı olduğunuzu düşünün. Bütün bunların sizin daha önemsiz olduğunu düşünün. İlişkide “sizin” tehlikede olmadığınızı düşünün.

İlginç olan şey ise: Bu, sizin o insanı daha az sevdiğiniz anlamına gelmez. Belki de bu aşkın tanımının sabırsızlanmaya başladığı yerdir, çünkü bizim ve toplumun “aşk” olarak gördüğü yapışık, bağlı romantik aşk, yapışkanlığı bırakırsak başka türlü bir “aşk” olabilir. Beklenmedik bir sonuçtur ama önem azaldıkça aşk artar.

Bunun sebebi, tabii ki, gerginlik ve rahatlamadır. Birine bağlı ve bağımlı olduğunuzda, ilişkide aşılamaz bir gerginlik yaşanır. Yaşanacak başka bir şeye yer kalmaz. Bir şeyler değiştikçe, çatırdamaya başlar, tıpkı kaynakların çatırdaması gibi.

Hiç yorum yok: